Kadınlar Doğuştan Mazohist mi?

İki cinsiyet arasındaki anatothik farklılık dolayısıyla birleşmenin bir penetrasyonu gerektirmesi, erkeklik ile sadizm, kadınlık ile de mazohizm arasında bir bağlantı kurul­masına yol açmış, bir çok sapma olgusunda olduğu gibi bunda da Freud’un psikoanalitik yorumları uzun bir süre etkili olmuştur.

Erkeklerde görülen bir sapmayı Sade’ın ve Sacher Masoch’un adlarından esinlenerek sadizm ve mazohizm olarak tanımlayan Krafft Ebing’den sonra, Freud, bu iki sözcüğü genel bir psikolojik tavrı tanım­lamak üzere kullanmıştır. Sadizm onun kuramında tüm saldırganca davranış biçim­lerini kapsamaktadır. Sadist ya da mazohist, bilinçli olarak hareket etmese de bilinç­altında cinsel duygular yatmaktadır.

Konuyu biraz daha derinleştiren Freud;
1. Sadizm ile mazohizmin içten içe ilintili ve her ikisinin de doğuştan varolan eğilimler olduklarını ve belirli koşullar altında birinin ötekine dönüşebileceğini;
2. Birçok nörotik kişinin kendi kendine karşı aynı zamanda hem sadist hem de mazohist tavır içinde olduğu, istemediği şeyleri yapmaya kendini zorlayabileceği gibi, iste­diği şeyleri yapmaktan da kendini alıkoya­bileceğim (bu bağlamda, aşırı görev tutkusu içindeki bir kişinin kendinden fedakârlık ederken aslında çok incelikli bir sado-mazohizm uyguladığını);
3. Bir yandan erkeklik, etkenlik ve sadizm arasında, bir yandan da kadınlık, edilgenlik ve mazohizm arasında içten içe bir bağlantı olduğunu ileri sürmüştür.

Bu arada erkeklerde görülen mazo­hizmin de, erkeğin, bilinçaltındaki kadınlık eğilimlerinin açığa çıkması şeklinde yorumlanmasıyla Freudcu görüşün geçerliliğini tehlikeye düşürebilecek bir olgu, kalıbına uydurulmaya çalışılmıştır.

Ne var ki bu görüş, Freud’un kendi öğrencilerinden bir çoğu ve sonraki kadın psikanalistler tarafından şiddetle eleş­tirilmiş, özellikle Amerikalı feminist Betty Friedan’ın ünlü yapıtı The Feminine Mystique (Dişilik Gizemi)nde kadını eve kapatan ideolojinin Freud gibi psikanalistlerden güç aldığını savunmuştur.

Kadınların doğuştan ya da yapıları itibariyle mazohist oldukları savına karşı;

1. Kadınların cinsel ve üretimsel süreçlerinin acıya erkeklerden daha fazla aşina olma­larına yol açtığı ileri sürülmüştür.

2. Fiziksel gerçekliklere ek olarak, kadının yazgısının acı çekmek olduğunu ima eden sayısız masal, kuşaktan kuşağa aktarıl­makta, kocalarının kabalığından, duyar­sızlığından yakınan annelerin kız çocukları üzerinde bıraktığı izlenimler de zaten yaygın olan bu inanışın daha da güçlenmesine yol açmaktadır.
Bu durumda bir çok kadının acı çekmeyi bir erdem haline getirmesine ve bunu erkeklerine ve hatta çocuklarına karşı manevi bir baskı aracı olarak kullanmasına şaşmamak gerekir. Bu durumun, kadınların acı çekmekten zevk aldıkları (mazohist oldukları) şeklinde yanlış yorumlanması da kuşkusuz kadın erkek rollerinin değişmesine bilinçsizce karşı koyan tutucuların işine geliyor olsa gerektir.

Doğrusu istenirse, bir erkekle kadının sevişmeleri sırasında uygar yaşantılarında bastırmak zorunda kaldıkları saldırganlık dürtülerini özgürce dile getirmeleri son derece doğal ve olağandır. İçlerindeki bu tür dürtülere bir ifade yolu bulamayanlar yapay koşullar arasında bu duyumsuzluklarını gi­dermeye çalışırlar.

Ellerinde kamçı, ayak­larında diz boyu siyah deriden çizmelerle yarı çıplak bir erkeğin üstüne eğilmiş duran kadınlar, ya da bazı müşterilerinin özel isteklerini yerine getirmeye çalışan uzman­laşmış fahişelerdir.

Şurası muhakkak ki Marquis de Sade’ın “Sadom’un 120 Günü” adlı yapıtından bu yana geçen iki, Leopold von Sacher Masoch’un “Kürkler İçindeki Venüs” adlı yapıtından ise yaklaşık bir yüzyıl sonra, pornografik literatürün ve daha sonraları sinemanın en çok yararlandığı konulardan biri sado-mazohist ilişkiler olmuştur.

Playboy, Penthouse ve daha açık saçık görüntülü dergilerde sık sık rastlanılan görüntülerin milyonlarca alıcı bulmasının yanısıra, sinemada belli başlı bir ekol haline gelmiş “Histoire d’O” (O’nun hikayesi) türü filmler gişe hasılat rekorları kırmışlardır. Daha da ilginç olarak, Amerikan yayıncı­larının “romantic rape” (romantik tecavüz) diye tanımladıkları, bir erkeğin bir kadına zorlu sahip olmasıyla başlayan fakat sonu kadının erkeğe, erkeğin de kadına aşık olmasıyla mutlu bir şekilde noktalanan türde “pembe” romanların milyonlarca kadın okuyucu bulduğu gözlemlenmektedir. Bu olgu, kadınların doğuştan mazohist olduk­larını değil, çoğu zaman can sıkıcı bir tek düzelik içinde geçen günlük yaşamlarında çıkış olanağı bulamayan bazı dürtülerin varlığını kanıtlıyor olsa gerektir.

Sinemanın büyük klasiklerinden “Rüz­gar Gibi Geçti” de Rhett Butler’m, tüm direnmesine karşın Scarlet O’Hara’y’ ku­cakladığı gibi yatak odasına çıkarıp kapıyı da arkadan kilitlemesi şeklinde cereyan eden ünlü sahneden türeme “Rhett Butler sendromu” bu tür romanlarda yeniden ortaya çıkmaktadır.

Bu arada vahşi görünüşlü Rolling Stones topluluğu üyesi Mick Jagger ve ünlü aktör Steve Mc Queen’in, Marlon Brando’nun ya da Robert Mitchum’un canlandırdıkları kişiliklerde yeniden bir “romantik sadomazohist” tipi ortaya çıkmaktadır.

PAYLAŞ
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.

Sayfa başına git